images

MÜSTAFİ TÜMAMİRAL CİHAT YAYCI, GAZETECİ GÖKÇEN GÖKSAL’IN SORULARINI YANITLADI.

12 Haz 2021

1888



Gazeteci Gökçen Göksal, 'Mavi Vatan' doktrini ile öne çıkan ve uzun süre ülke gündemine oturan Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı ile çok önemli ve detaylı bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte o çok önemli röportajın detayları...

Türkiye’nin NATO’da bulunması hem Batı hem de Doğu halkları için bir şans ve olumlu bir durumdur.
Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Gökçen Göksal’ın sorularını yanıtladı.

14 Haziran’da Brüksel’de NATO zirvesi yapılacak? Büyük beklenti içinde olanlar var. Türkiye, buradan bir kazanım elde edebilir mi? Siz nasıl bakıyorsunuz?

NATO zirvesinden Türkiye lehine olumlu bir sonuç çıkacağını beklemek bence reel politika açısından pek muhtemel değildir. Ancak elbette diplomasi, görüşmeler, ilişkiler ve işbirliği arzu edilen hususlardır.

NATO, kurulduğu günden bu yana Türkiye’nin hiçbir derdine derman olmuş değil, buna İslam dünyasını da dahil edebiliriz? Bunu herkes biliyor. Sizin NATO’ya karşılık bir öneriniz vardı? Bundan biraz bahsedebilir misiniz?

NATO, kolektif bir güvenlik teşkilatıdır. Türkiye’nin BM’den sonra üye olduğu uluslararası önemli bir örgüttür. Esasen, Türkiye’nin veto yetkisine sahip olduğu tek örgüttür. Türkiye, NATO’da Batı ile Doğu arasında köprü kuran ve Müslüman dünyasının da temsilcisi rolünde bir üyedir. Türkiye’nin NATO’ya üye olması, Müslüman dünyasının da haklarının ve çıkarlarının korunmasına da katkı sağlamaktadır. Her ne kadar, doğrudan katkı sağlanmasını temin edemesek de Müslüman ülkelere ve halklara zarar verecek bir girişimi de veto yetkimiz ile engelleyebilmekteyiz. Bu bakımdan Türkiye’nin NATO’da bulunması hem Batı hem de Doğu halkları için bir şans ve olumlu bir durumdur. Diğer yandan Türkiye’nin milli güvenliğini ve milli savunmasını sadece NATO’ya dayandırması günümüz konjonktüründe pek de doğru olmadığı gibi yeterli de olmadığı görülmüştür. Bu tecrübeden hareketle Türkiye’nin savunma sanayiini milli olarak geliştirmesi çok önemlidir. Ancak milli savunma sanayiinin tümüyle kendi kendine yeter hale gelmesine dek olan süreçte Türkiye; silah, sistem ve platform tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek durumundadır. Bunun gerekliliği 1974 sonrası uygulanan ambargo ve günümüzde uygulanan kısmi ambargolarla ortaya çıkmıştır. Bu durumda Türkiye başta uçak gemisi ve uçak olmak üzere çeşitli platform ve silahları NATO harici birtakım üretici devletlerden temin alternatifini ciddi şekilde değerlendirmelidir. Seçilecek bu kaynak ülkeler ayrı paktlardan ve farklı kanatlardan olmalıdır ki; Türkiye’ye karşı birlikte ambargo kararları alıp uygulayamasınlar.  Diğer yandan son Filistin olayında da görüldüğü gibi, Müslüman nüfusa sahip devletler mutlaka insani yardım amaçlı, barışın tesisi ve idamesi için barış gücü oluşturabilecek bir ortak askeri yapılanmaya da gitmeyi değerlendirmelidirler. Bu son Filistin krizinde, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi sınıfta kalmış, kapasite ve ideal birliğinin çok eksik olduğu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yeni bir ruhla, yeni bir oluşum ihtiyacı ortadadır. Bunda da Türkiye, öncü rol üstlenebilecek önemli bir aday olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu oluşumlar dünya barış, istikrar ve güvenliğini tehdit eder bir görünümde değil, başta Birleşmiş Milletler şartı ve diğer kolektif güvenlik örgütleriyle uyum içerisinde olmalıdır.

ABD’nin Suriye’de PKK/YPG’ye yaptığı yardımlar, Rumlarla kurduğu sıkı ilişki, sözde soykırımını tanıması, böyle bir ABD’nin başını çektiği bir NATO, Türkiye’ye ne fayda sağlayabilir?

Öncelikle şunu ifade etmemiz lazım: Biz hiçbir zaman zalim, mezalim ve soykırımcı bir millet olmadık. Her zaman halkların dinlerine ve dillerine saygı gösterdik. Bizden daha merhametli bir millet yoktur. ABD Başkanı Joe Biden, 48 yıllık senatörlük kariyeri boyunca tüm Ermeni sözde soykırım tasarılarının yanı sıra 1974 sonrası Türkiye’ye ambargo uygulanması da dahil aleyhimize tüm Rum ve Yunan tasarılarının da ya hazırlayıcısı ya da imzalayıcısı olduğunu bilmek ve hatırlamak lazımdır. O nedenle sözde Ermeni soykırımını tanıdığını beyan eden açıklamaları normaldir. Ben zaten Biden başkan seçildikten sonra buna Türkiye’nin hazırlıklı olması gerektiğini de ifade etmiştim. Hatta Biden sadece bu söylemle de yetinmeyecektir. Hiç olmamış, sanal, sözde Pontus soykırımını da gündeme getireceğini bilmek lazımdır ki, yapmaya başladılar. Bunun zemini Yunanistan’ın eski başbakanı Çipras tarafından oluşturulmaya başlanmıştır. 19 Mayıs’ta da bu yıl Yunanistan ve GKRY bakanları, başbakanları da bu şekilde açıklamalar yapmıştır. O nedenle dikkatli, tedbirli olmak lazımdır. Asıl Ermeni çete liderleri tarafından Türkler ve Müslümanlar soykırıma uğratılmıştır. Bunu belgeleriyle ortaya koymak için hızlıca enstitüler kurmalı ve proaktif bir politika izlemeliyiz demiştim. Bu açıklamalarımın ardından sağ olsunlar, devletimiz sesimizi duydu. YÖK bünyesinde “Uluslararası Soykırım ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar Enstitüsü” kurulacağını açıkladılar. Bunlar çok önemli ve stratejik hamlelerdir. Çünkü bir milletin şanlı tarihini yıpratarak, gerçek dışı ithamlarla dünyaya yapılandırılmış bir tarih sunmak hem devletlere hem de insanlığa yapılan en büyük haksızlık olur. Bizim bunları belgeleriyle, bilgileriyle ortaya saçmamız lazım ki, herkes gerçekleri görsün. ABD Başkanı Biden’a yazdığım açık mektupta da ifade etmiştim. Siyasi kararlarla tarih değiştirilemez ve Türk milleti karalanamaz. Hiç kimsenin güç ve siyasi kararlar ile tarihi gerçekleri ve olayları değiştirme gayreti içine girmemesi ahlaki bir değerdir. Daha geçtiğimiz günlerde ABD Senatosu’nca Suriye’de ABD ile IŞİD’e karşı savaşan YPG’lilere vize verilmesi konusunda bir tasarı sunuldu. Bu nasıl müttefiklik? Böyle müttefiklik olur mu? Herkes rengini belli etsin. En azından biz de ona göre önlemimizi alalım. Biz ABD’nin iç güvenliğini tehdit eden böyle bir terör örgütüne destek sağlasak, ne ABD’si… ABD ile bütün dünya birden ayağa kalkardı. 11 Eylül’ün ardından öyle olmadı mı? ABD için bütün dünya ayağa kalkmadı mı? ABD’ye gelince iç güvenliğini tehdit eden terör, Türkiye’ye gelince özgürlük savaşı oluyor. PKK/YPG bir gün değil, her gün Türkiye’ye karşı terör tehdidi oluşturmakta ve terör eylemleri yapmaktadır. ABD nasıl böyle bir terör örgütünün üyelerine göçmen yasası özelinde özel bir statü sağlamayı amaçlar. Bizim bunları dile getirmemiz lazım. NATO’da bunu açık açık söylememiz ve bu tutumdan vazgeçirici olmak için ABD isteklerine karşı veto hakkımızı kullanmamız gerekir. Ki bu da bildiğim kadarı ile uygulanmaya çalışılıyor.

KAPASİTE VE KABİLİYETE SAHİPTİR

Donanmamız, “Denizkurdu 2021” ile Ege ve Doğu Akdeniz’de çok önemli bir tatbikat icra etti. Tatbikatta 132 gemi, 10 denizaltı, 43 uçak, 28 helikopter ve 14 İHA yer aldı. 25 bin 500 personelin katıldığı tatbikat 5 Haziran’da sona erdi. Bunu bir meydan okuma olarak düşünebilir miyiz?

İcra edilen Denizkurdu Tatbikatı, Türk Deniz Kuvvetleri’nin ve müşterek harekât icra ettiği diğer kuvvetlerin yani, tüm Türk Silahlı Kuvvetleri’nin muharebeye en üst seviyede hazır olduğunu bir kez daha göstermiştir. İcra edilen bu tatbikatla dosta güven, düşmana korku bir kez daha salınmıştır. Gerek planlama ve gerekse icra safhalarındaki başarı Türk Deniz Kuvvetleri’nin köklü tecrübesinin ve bilgi birikiminin bir tezahürü olmuştur. Bu tatbikat esnasında özellikle insansız deniz araçlarının kullanımı önemli bir atılımdır. Bu kadar fazla sayıda gemi, deniz hava araçları, personel ve diğer unsurların faal olarak katılımını başarabilecek dünyada sayılı devlet vardır. Bunu dostlarımız gururla, hasımlarımız ise endişe ile gördüler. Bu bir meydan okuma değil, bu bir malumun ilamıdır. Türk Deniz Kuvvetleri, Türkiye’nin hak ve menfaatlerini korumak için üzerine düşeni her zaman olduğu gibi bugün de ziyadesiyle yapabilecek kapasite ve kabiliyete sahiptir.

DURUM TÜRK KAMUOYUNA TÜM AÇIKLIĞIYLA ANTALIMALI VE HALKIN DESTEĞİ SAĞLANMALIDIR

Yunanistan, ABD ile girdiği sıkı askeri işbirliği içinde? Ortak tatbikatlar, sınırımıza yapılan yığınaklar, örtülü mesajlar?.. Rumların biraz önce bahsettiğim gibi Megali İdea heyecanının ateş alması… ABD, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı ‘koç başı’ olarak kullanabilir mi?

Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgede yığınaklanması her ne kadar Rusya’ya karşı gibi görünse de Türkiye açısından da rahatsız edicidir. Zira Dedeağaç gibi sınırımızın hemen ötesindeki bir limana bu kadar büyük miktarda silah araç gereç getirilmiş olması ve bunların önemli bir kısmının Yunanistan’a hibe edilmesi Türkiye’yi rahatsız eder. Hibe edilen bu silahlar, araçlar ve gereçler saldırı niteliklidir. Yunanistan’ın bu saldırı silahlarına neden ihtiyaç duyduğu ve kime karşı kullanmayı planladığı açıkça sorgulanmalıdır. Türkiye, sıcak çatışma alanlarının bulunduğu coğrafyayla duvar duvara kapı komşusudur. Halbuki Yunanistan’ın böyle bir durumu söz konusu değildir. O zaman Yunanistan’ın kime karşı silahlandığı açıkça her platformda sorulmalı ve sorgulanmalıdır. Yunanistan’ın komşularına bakınca ve yetkililerinin söylemlerini dinleyince bu silahlanmanın Türkiye’ye karşı yapıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Bir NATO müttefiki olan Yunanistan’ın bir başka NATO üyesi olan Türkiye’ye karşı silahlanması NATO’nun birlik ve bütünlüğüne zarar verdiği gibi ruhuna da büyük bir darbe vurmaktadır. ABD’nin ve Yunanistan’ın takım adalarda üs kurma gayretleri olduğu açık kaynaklarda yer almaktadır. İsmi geçen bazı adalar Lozan Antlaşması’na göre gayrı askeri statüde olan adalardır. Bu statünün bizzat Amerika tarafından bozulması çok ciddi bir meydan okumadır. Bu meydan okuma Lozan statüsüne karşıdır. Buna karşı devletimiz ve üniversitelerimiz gerekli hassasiyeti şimdiden göstermelidir. Amerika Birleşik Devletleri ya da başka güçler, Yunanistan’ı tarih boyunca başka güçlerin kullandığı gibi Türkiye’ye karşı kullanabilir, ileri sürebilirler. Ama Gazi Mustafa Kemal Atatürk nasıl 1922’de Yunan ordusunu denize döktüyse böyle bir durumda Yunanistan’ın yine ordusuz kalması neticesiyle karşılaşması kesindir. Tavizkâr politikalar değil, dik duruşlu politikalar ancak bu gelişmelere karşı başarılı olabilir. Biden’ın Bidenopolus diye adlandırıldığını da unutmayalım. Niyetleri bellidir, görmezden gelici bir diplomasi bize kaybettirir. Açık, net ve dik duruşlu bir diplomasi zaruridir. Durum Türk kamuoyuna tüm açıklığıyla anlatılmalı ve halkın desteği alınmalıdır.

Yunanistan ile masaya oturan kalktıktan sonra parmaklarını saysın

Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı ile gazetemizden Gökçen Göksal’ın yaptığı röportajın ikinci bölümü
Eğer Yunanistan ikili konularda sürekli AB’yi öne sürüyorsa, kendisi de kendini muhatap almıyor demektir. O zaman bizim de istikşafi görüşmeleri Yunanistan yerine AB ile yapmamız daha yerinde olur.

Nisan ayında Ankara’ya resmi ziyarette bulunan Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, düzenlenen ortak basın toplantısında gözümüzün içine baka baka Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı davrandığını söylemiş ve büyük tepki çekmişti. Böyle bir durum Türkiye’nin diploması tarihinde ilk defa yaşandı. Bu facia bile Yunanistan’ın zihin yapısını görmemize yetti mi?

YUNAN Dışişleri Bakanı Dendias’ın Rum Ortodoks Patrikhanesi ziyaret mesajında Patrik’e hitaben 4 kez “Ekümenik” ve ayrıca “Ekümenik Taht” tabiri kullanması ve ayrıca Yunan Dışişleri Bakanı’nın hassas konularda Patrik’in girişimlerine ilgi duyduklarını belirtmesi Lozan Anlaşması’nın açık ihlalidir. Dendias’ın Ankara’ya Türkiye ile sorunları çözme niyet ve isteğiyle değil, Türkiye’ye “ya bizim pozisyonlarımızı kabul edersiniz ya da sonuçlarına katlanırsınız” şeklinde gözdağı vermek için geldiği, sık sık AB’ye atıflarla desteklediği şımarıkça ifadelerinden belli olmuştu zaten. Bu oldukça açıktı. Eğer Yunanistan ikili konularda sürekli AB’yi öne sürüyorsa, kendisi de kendini muhatap almıyor demektir. O zaman bizim de istikşafi görüşmeleri Yunanistan yerine AB ile yapmamız daha yerinde olur. Keza Dışişleri Bakanımız da bu ithamlara karşın çok yerinde cevaplar vermiştir. Kendisini yeniden tebrik etmek isterim. Sözleri milli gururumuzu okşamıştır. Umarım somut diplomatik duruşumuz da böyle olur. Dilerim, Türkiye’deki herkes de Dendias’ın sergilediği tutumun barışçı diplomasiye aykırı ve küstahça olduğunu, Yunanistan’ın sırtını AB’ye dayamış ve zorbaca bir tutum benimsediğinin farkına varmıştır. Bu durum diplomaside artık sözün bittiği yerdir. Yunanistan, sadece istediği konuları yani sadece taleplerini müzakere için masaya oturmaktadır. Gayrı askeri statüdeki adaların silahlandırılması ve askerileştirilmesi konusunu görüşmeyeceğini açıkça söylemektedir. Egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar konusunda da müzakere etmeyeceklerini net bir şekilde söylemişlerdir. Bunlar birer örnektir. Sadece Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları paylaşımını müzakere etmek için masaya oturacağını söylemiştir. Bu şu demektir; hakkı olmayan hususu talep ediyor ve bizim de hakkımızdan ne kadarını Yunanistan’a verebileceğimizi söylememizi istiyor. Bu koşullarda Yunanistan’la müzakere etmek için masaya oturulması durumunda baştan Yunanistan’a ne kadar vereceğimizi konuşmak anlamına gelir. Bu müzakere asasında Yunanistan’la tokalaştıktan sonra parmaklarımızı saymak durumunda kalırız.

Aynı toplantıda Sayın Çavuşoğlu, Rumların Lozan Antlaşması’nda ve diğer anlaşmalarda da silahsızlandırılan adaların statüsünü ihlal ederek adaları silahlandırdığını söyledi. Buna rağmen işgal edilen adalar için neden bir adım atılamıyor?

Yıllardır, Adalar Denizi (Ege) ve Doğu Akdeniz konuları Yunanistan özelinde ‘çözüm arayan problemler’ adı altında gündem olur ve tartışılırken, ciddi güvenlik problemi teşkil etmesine rağmen gayri hukuki uygulamalarla askerileştirilen birçok ada göz ardı ediliyor. Buna ek olarak, Adalar Denizi (Ege) ve Akdeniz’deki birtakım adaların statüsünün “gayri askeri” yerine “silahsızlandırılmış” olarak ifade edildiğine şahit oluyoruz. Söz konusu adaların statüleri, gerek “Lozan Anlaşması”nda gerekse “Paris Barış Anlaşması”nda “demilitarized” terimi kullanılarak tarif edilen statü tanımları gereğince “silahsızlandırılmış” değil, “gayri askeri”dir. Dolayısıyla “silahsızlandırılmış” teriminin kullanımı örneğin; adaları ziyaret eden harp gemilerinin, inşa edilen havaalanlarının, üzerinden uçan askeri uçakların gayri askeri statüyü ihlal etmediği gibi bir algıya yol açabilecektir. Bu durumun da neticesinde rutin bir uygulama haline dönüşmesi ihtimali düşünüldüğünde, uluslararası antlaşmaların geçerliliğinin sorgulanmasına neden olabileceği değerlendirilmektedir. Öncelikle gayri askeri statüdeki adaların statülerinin Yunanistan tarafından açıkça ihlal edildiğinin ve bu durumun egemenlik devir şartını ortadan kaldırdığını, bununla birlikte Türkiye’nin güvenliğinin ciddi şekilde tehdit edildiğini ve Türkiye’nin BM şartının 51. maddesi gereğince meşru müdafaa hakkını kullanmayı saklı tuttuğunu uluslararası kamuoyuna açıkça bildirilmelidir. Bu bildiriler BM, NATO, AB, Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne mutlak suretle yapılmalıdır. Diğer yandan Lozan ve Paris antlaşmalarıyla egemenliği Yunanistan’a devredilmeyen ada, adacık ve kayalıkların (Egaydaak) Yunanistan tarafından hukuksuzca işgal edildiğini de uluslararası kamuoyuna yine benzer şekilde duyurmalıyız. 152 grup ada, adacık ve kayalıktan müteşekkil bu yerlerin isimleri hukuki ve diplomatik yollarla bu konu gündeme taşınmalıdır. Yunanistan’ın bu adaları işgali günümüzün konusu değildir, aslında. Bu işgaller 1923’ten günümüze kadar Yunanistan’ın fırsatçılığı ve hukuk tanımazlığıyla gerçekleşmiştir. İstikşafi görüşmelerde Yunanistan’ın talepleri yerine asıl görüşülmesi gereken konular ve öncelikle çözümlenmesi gereken konular bunlardır. Egaydaak sorunu çözümlenmeden hiçbir konu Yunanistan’la asla ve asla müzakere edilmemelidir.

Türkiye, bu adaların eski haline dönmesi için ne yapmalı?

Gayri Askeri Statüdeki Adaların Devir Şartı, Egemenlik Devir Şartı ortadan kalkmıştır. Bunu çok şiddetli şekilde dile getirmek gerekir. Diplomaside bizim karşı sahada olmamız gerekir. Bizim sahada savunma yapar durumdan çıkmamız lazım. Yunanistan’ın bizi tehdit ettiğini söylememiz lazım. Tehdit edilen Türkiye’dir. Bu bizi hukuki açıdan güçlü kılar. S-400’ler hava savunma silahıdır. S-400’ler ile Atina’ya şuraya buraya saldıramazsınız. Hava sahanıza uçak girerse havaya atacağınız füzelerdir. Peki ABD, Yunanistan’a yüzlerce helikopter verdi. Tank hibe ediyor. Bunların hepsi  saldırı silahları. Bunları dünya kamuoyuna söylememiz lazım. Anlatmamız lazım. Adamlar gemi azıya almışlar. Bunu kabul etmemek lazımdır. Aktif politika izlemek lazımdır. Aktif diplomasi izlemek lazımdır. Yunanistan’ın hukuksuzluklarını dünyaya anlatmak lazımdır. Yunanistan, 23 adanın tamamında bu statüyü bozdu. Normalde bir müfreze jandarma kuvveti asayişi için bulundurabilir. Bunlar da omuzda taşınan tüfek ya da belde taşınan tabanca dışında bir şey bulunduramaz. Gayri askeri statü, çok kuvvetli bir statü. Havaalanı yaparsanız gayri askeri statüyü bozarsınız ama silahsızlandırılmış statüyü bozmazsınız. Savaş uçağı, hava sahasından geçerse gayri askeri statüyü bozar ama silahlandırılmış statüyü bozmaz. Bir askeri gemi, bu adalara liman ziyareti yaparsa, silahsızlandırılmayı bozmaz. Ama gayri askeri statüyü bozar. Silahsızlaştırılmış bir adaya bir tugay asker koyabilirsiniz. Ama gayri askeri statüdeki bir adaya koyamazsınız. Türkiye hiçbir zaman bu adalara yönelik bir tehditte, taarruzda, ele geçirme faaliyetinde bulunmamıştır. Diğer yandan, Adalar Denizi’nde Yunanistan’ın karşısında Türkiye’den başka devlet de yoktur. O zaman bu adaların silahlandırılması ve askerleştirilmesinin amacı, Yunanistan’ın meşru müdafaa teziyle açıklanması mümkün değildir. Çünkü Türkiye’nin bu adalara yönelik herhangi bir faaliyeti söz konusu olmamıştır. Türkiye, Yunanistan’ın bu hukuk tanımazlığını, saldırganlığını, düşmanlığını, uluslararası kamuoyuna çok ciddi bir kamu diplomasisi yoluyla belgeleriyle göstermelidir. Yunanistan’ın yaptıkları BM Şartı’nın yanı sıra Lozan ve Paris Barış antlaşmalarının da açık bir ihlalidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu adaların askerden ve silahtan arındırılmasını talep etmeli, her türlü hukuki-diplomatik girişimlerde zaman geçirmeden bulunmalıdır.

TÜRKİYE HAKLI DURUŞUNU DEVAM ETTİRMELİDİR

Ankara, Atina’ya jest yapmak adına araştırma gemilerini çeşitli dönemlerde geri çekmişti. Bu jestlerin faydası oldu mu/olur mu?

Eğer Yunanistan’la müzakere için Oruç Reis limanda tutuluyorsa bu büyük yanlış olur. Çünkü Türkiye zemin kaybeder. Doğu Akdeniz, Türkiye’ye anasının ak sütü gibi helaldir! Biz neden geri çekiliyoruz? Deniz hukukuna göre Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e kıyısı yoktur. Zaten Yunanistan tüm adalarının Ege Denizi’nde yani Adalar Denizi’nde olduğunu söyler. Üstelik Yunanistan takımada devleti de değildir ve adalarından bir sınır hattı çekmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla Doğu Akdeniz Yunanistan’la müzakere edilebilecek bir konu değil, muhatap alınıp da araştırma gemilerini geri çekmek üzerine bir jest söz konusu olmamalıdır. Muhatap alınmaması gereken bir devleti muhatap alırsanız ve onunla müzakere ederseniz o zaman baştan vermeyi kabul ediyorsunuz anlamına gelir. Yani Yunan talepleri sorun olarak masaya dahi konulmamalı, kati suretle müzakere edilmemelidir. O yüzden sondaj ve sismik araştırma gemilerimizin öngördüğümüz MEB sahası içinde faaliyetlerine devam etmeleri gerekir. Aksi takdirde durdukça zemin kaybederiz. Korktuğum şey şudur; sonuçta Ege Denizi’ndeki Bern Mutabakatı benzeri, hiç kimse karasuları dışında faaliyet yapmasın noktasında bir anlaşmaya gidilirse işte o zaman Yunanistan kazanmış olur. Kendi alanımızda faaliyet gösteremez hale geliriz ve Libya anlaşması da fiilen çöp olur. Peki nasıl kazanılır? Dik durmak lazımdır. Türkiye bugüne kadar dik durdu. Kamuoyundaki ve devleti yönetenlerdeki algı sayesinde tarihinde hiç olmadığı kadar denizlerine sahip çıktı. Türkiye’nin denizlerine sahip çıkmasını cezalandırmak ve geri adım atmasını sağlamak istiyorlar. Türkiye, bu haklı duruşunu devam ettirmelidir. Milli hak ve menfaatin jesti falan olmaz. Yunanistan nasıl ben şunlar dışında hiçbir konuyu müzakere etmem diyorsa, Türkiye de demeli, diyebilmelidir.

Yunanistan’ın İyon Denizi’ndeki karasularını 6 milden 12 mile çıkartması ne anlama geliyor?

Yunanistan’ın sadece İyon Denizi’nde karasularını 12 mile çıkardığını kabul etsek endişe edecek bir durum yok. Ama Yunanistan’ın bu adımı aslında bir planın parçasıdır. Yunanistan’ın eski Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, 2017 ve 2018 yıllarında anlatmıştı. Kotzias, “Biz karasularını genişletmeye İyon Denizi’nden başlayacağız” demişti. Planın ilk adımını uyguladılar. Bu adımdan sonraki hedefleri Küçük Çuha, Büyük Çuha Adası ve Girit Adası’nın batı kısmındaki karasularını 12 mile çıkarmaları üzerine kurulu. Daha sonra ise içeriden dönüp Mora Yarımadası ana karasında 12 mile çıkarmak için ölçümlendirme yapacaklarını da açıkladılar. Şu anda yaptıkları Yunan yetkililer tarafından açıklanmış 3 basamaklı bir planın ilk parçasıdır. Küçük Çuha, Büyük Çuha Adası ve Girit Adası Ege Denizi’nde kalmaktadır. Yani bu adaların herhangi bir yerinde karasularını 12 mile çıkarmak demek Ege Denizi’nde karasularını 12 mile çıkarmak demektir. Bu durumda ne olur? 1995 yılında TBMM’de alınan karar devreye girer. Bu karar, bütün milli güç unsurlarıyla, askeri tedbirler de dahil olmak üzere Yunanistan’ın 6 milin üzerine Adalar Denizi’nde (Ege Denizi) karasularını çıkarmasına tedbir alınacağını ifade ediyor. Uluslararası kamuoyunda savaş nedeni sayılacağı belirtiliyor. Türkiye’nin mutlaka müteyakkız olması, gelişmeleri yakından takip etmesi lazım. Ayrıca Yunanistan’a Küçük Çuha, Büyük Çuha Adası ve Girit Adası’nda karasularını artırmasının Ege Denizi’nde artırmak anlamına geldiğini ve 1995 yılında TBMM’de alınan kararın devreye gireceğini söylemesi, onları ikaz etmesi gerekir.

Paşam sizin sürekli vurguladığınız bir husus var ‘Türkiye Yunanistan’ı muhatap almamalı’ diye? Neden muhatap almamalıyız?

Ben Yunanistan'ı muhatap almamalı demiyorum, ‘Yunanistan'ı Doğu Akdeniz’de muhatap almamalı’ diyorum. Çünkü Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de bir hakkı yoktur, yalnızca talepleri vardır. Hakkı olmayan bir devleti neden muhatap alalım ki? Hep şunu yapar Yunanistan; Yunanistan talep eder, talebini sorun olarak ortaya koyar, ‘bu sorunlar çözülsün’ der. Sorunumuz çözülsün demesindeki kastı da şudur zaten. Talebimi karşıla. Bu ne demektir? Talebimi karşılamazsan sorun devam eder demektir. Böyle bir şey olabilir mi? Hem hakkın olmayacak hem sorun çıkaracaksın hem de sorunu çözmek adına adım atıldığında gidin bu işlere AB bakıyor diyeceksin. Yunanistan bile kendisinin muhatap alınmasını istemiyor. O zaman bizde gidelim istikşafi görüşmeleri AB ile yapalım. Yunanistan kendini devletten saymıyorsa biz neden sayalım? İnanın AB ile istikşafi görüşme gerçekleştirsek, şimdiye kadar bu meseleleri çözmüştük zaten. Böyle şey olur mu? Nereye kadar sırtını AB’ye dayamayı düşünüyorlar bunlar? Yunanistan Dışişleri Bakanı hem Türkiye’de hem Yunanistan’da pişkince şu ifadeyi kullandı zaten. “Eğer bu sorunları çözmezseniz (yani bizim taleplerimizi karşılamazsanız demektir bu) AB ile muhatap olursunuz. O zaman biz Yunanistan’ı muhatap almayalım. Ben bu yüzden kullanıyorum bu ifadeyi. Kendileri bizi muhatap almayın, gidin AB ile görüşün diyor.

Çünkü Yunanistan ve GKRY ikilisinin ciddi bir kampanyası var. Arkalarına AB’yi aldıkları bir strateji izliyorlar. Aslında AB mi onları öne sürüyor, yoksa onlar mı AB’yi arkalarına alıyorlar derseniz, bu sorunun cevabı ‘her ikisi de doğru’ olur. Çünkü amaç Türkiye’nin enerji sorununu halletmesinin önüne geçilmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den soyutlanmasıdır. Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de kıyısı da yok, hakkı da yok! Yunanistan bugüne kadar Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi görüşmeleri esnasında kabul ettiremediği takımada devleti olduğu iddialarını Türkiye’ye kabul ettirmek istiyor. Yunanistan bir takımada devleti değildir! Maalesef, Türkiye’nin içindeki birtakım çevreler bile ‘Yunanistan’ın da hakkı var’ gibi söylemler dile getirmeye başladı. Eğer biz Yunanistan’ı muhatap alıyor ve bu nedenle araştırma ve sondaj gemilerimizin faaliyetini durduruyorsak, zaten bu çok büyük bir hata olur. Bu, Yunanistan’a taviz vermek anlamına gelir. Gün geçtikçe zemin kaybederiz.

Sizin sürekli ifade ettiğiniz bir husus var Türkiye'nin Libya gibi Filistin'le de deniz yetki anlaşması imzalamasını gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Türkiye Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip ülkedir. Ve bugün geldiğimiz noktada Türksüz bir Kıbrıs ve Türkiye’siz bir Doğu Akdeniz arzu edildiği oldukça aşikârdır. Bununla birlikte, Doğu Akdeniz’de Türkiye dışta bırakılarak yapılmış olan denizalanı paylaşımı hakça olmadığı gibi hakkaniyete de aykırıdır.

Türkiye 2019 yılında son derece barışçıl ve hukuki bir şekilde deniz komşusu olan Libya ile bir deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması yaparak Doğu Akdeniz’de kurulmuş olan tuzağı boşa çıkarmış, batılıların deyimiyle Türk kılıcı ile Doğu Akdeniz’de varlığını yeniden hatırlatmıştır. Türkiye ve Libya’nın bu hamlesi ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin planları suya düşürmüştür. Libya Türkiye’nin denizden komşusudur ve yapılan anlaşma uluslararası hukuka uygundur.

Aynı Libya gibi; Mısır, Filistin, İsrail, Lübnan ve Suriye de Türkiye’nin denizden komşusudur. Türkiye bugün de Filistin ile Türkiye-Libya Anlaşmasındaki hatta simetrik şekilde bir anlaşma imzalamalı sınırlarını belirlemelidir. Zira Yunanistan ve GKRY Doğu Akdeniz’deki ülkeleri kandırdığı gibi İsrail ve dolaylı olarak Filistin’i de kandırmış, deniz alanlarını gasp etmiştir. Bu şekilde hem Türk kılıcının ikincisi ile Türk Deniz Alanları mühürlenmiş olacak hem de GKRY’nin ve Yunanistan’ın stratejisi bir kez daha çökecektir. Ayrıca bu şekilde Filistin GKRY tarafından gasp edilen alanlarını kazandığı gibi İsrail tarafından hakkaniyete ters bir şekilde belirlenmiş olan Münhasır Ekonomik Bölgesini güncelleyecek, Türkiye ile hakça paylaşım anlaşması yaptıktan sonra ise kazandığı ciddi miktardaki deniz alanlarına ek olarak diplomatik olarak da uluslararası arenada eli güçlenecektir. Filistin bir devlettir. Bir devletin devlet olabilmesi için Birleşmiş Milletler’e üye olma şartı veya tanınma şartı diye bir şart Devletler Hukuku’nda yoktur. Ülkesi, halkı ve hükümetinin olması yeterlidir. Türkiye’nin KKTC ile yaptığı anlaşmalar meşrudur ve Filistin ile yapacağı anlaşma da meşru olacaktır. Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na İsrail ile birlikte üye olmuş olması hem Doğu Akdeniz’e kıyısı olduğunun hem de meşru bir devlet olduğunun somut kanıtıdır. Bu anlaşma ile de Filistin kağıt üzerinde, hukuki yollarla ve diplomatik olarak yıllardır yaşadığı mücadelede kazanamadığı kadar toprak kazanacaktır. Zira denizin altı da aynı kara gibi vatan toprağıdır.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de veya Ege’de Rumlarla karşı karşıya gelebileceğini düşünüyor musunuz?

Rumlarla, Türkiye'nin karşı karşıya gelmesi güç bakımdan mümkün değildir. Rumların buna cesaret etmesi akıl karı değildir. Ancak Yunanların onların arkasındaki güçler nedeniyle Türkiye ile gerilimi artırmaları söz konusu olabilir. Bu durumun büyük çaplı bir çatışmaya evrilmesi de pek mümkün görünmemektedir. Zira böyle bir durumda NATO ittifakı büyük bir yara alır. Diğer yandan Türkiye'nin çatışmayı Doğu Akdeniz ile sınırlı tutmasını da kimse beklememelidir. Türkiye'ye taş atım mesafesinde bulunan Yunanistan'a ait adaların durumu herhalde Yunanistan'a bir mesaj vermektedir. Sonuçta kaybeden Yunanistan olur, Türkiye bir çatışma durumunda Yunanistan'a kuvvet kaptırmadan Yunanistan'ı diz çöktürecek jeopolitik üstünlüğe sahiptir. Askeri üstünlüğü de cabasıdır.

Yunanistan yayın yapan Greek City Times adlı gazetede 1881’den 1947’ye kadar Rum tarafının elde ettiği kazanımlar vurgulanarak adım adım Megali İdea’nın gerçekleştiği ifade edildi. Rumlarda bir heyecan bir kıpırdanma var? Rumlar gerçekten adım adım ideallerine yaklaşıyorlar mı?

Greek City Times adlı gazetede yayımlanan çalışmayı BAU DEGS olarak ilk biz gündeme taşıdık. “Megali İdea Yok” diyen unsurlara karşı kendi çalışmaları ile niyetlerini ortaya döktüğümüz bir inceleme oldu. Bu çalışmadan ibret ve ders alınmalıdır. Her zaman söylüyorum. Yunanistan ile el sıkışan parmaklarını saysın derim ben. Bahsi geçen çalışmanın başlığı “29 Mayıs: Helenizm'in Zaferi” olarak isimlendirilmiş. Bunlar 1453 yılında, Fatih’in İstanbul’u fethetmesini ve hatta oraya giderken “Biz toprakları değil, gönülleri fethetmeye gidiyoruz” demesini hazmedemediler. Fatih Sultan Mehmet Han’ın stratejik dehasını hâlâ kabullenmekte zorlanıyorlar. Bunun yansımasıdır bu. Çalışma kapsamında Yunanlar için tarihin en karanlık günü olarak ifade edilen ve Helenizm’in de en büyük yenilgisi olarak ifade edilen bu özel gün, tarihi bir olayı yahut savaşı kutlamak yerine Helenizm’in Türklere karşı son 200 yıllık galibiyetini kutlamak için kullanılmalıdır şeklinde bir stratejiyi belirtiyor. Bu tehlikeli bir ifadedir. Çok dikkatli olmak lazımdır. Buna müteakip bize maximalist diyen Yunanların Türklere karşı sınırlarını nasıl altı defa genişlettiğini çok iyi aktarıyor. Bu ifadeleri her yere taşımamız lazım. 1832 yılında Türklere karşı bağımsızlık savaşı verdiklerini belirten sonunda soykırım suçu işleyerek Mora Yarımadası’nı işgallerini oldukça mütevazi şekilde aktarmışlar. Bununla birlikte Orta Yunanistan ve Adalar (Ege Denizi Adaları), 1864 yılında Türkler ve İtalyanlara karşı bir denge oluşturması için İyonya Adaları, 1881 yılında Teselya bölgesi, 1913 yılında Epir bölgesi, Makedonya bölgesi, Girit ve birçok Ege adası (Midilli, Limni, Sakız, Sisam, İkarya, Semadirek vs.) kazanıldı deniliyor. Çalışmanın devamında 1920 yılında Sevr’in imzalanmasıyla birlikte Yunanistan; Batı Trakya, Batı Anadolu (İyonya), Gökçeada ve Bozcaada ile ödüllendirilmiş ve Küçük Asya felaketi ile bu bölgeler kaybedilse de Batı Trakya Yunanistan’da kalmış. Son madde olarak 1947 yılında ise Rodos ve 12 Adalar 2. Dünya Savaşı’ndaki katkılarından dolayı Yunanistan’a verilmiş. Bu Megali İdea değildir de nedir? Bu maximalist bir anlayış değildir de nedir? 29 Mayıs’ı Helenizm’in Türklere karşı son 200 yıllık galibiyetlerini kutlamak için kullanıyorlar.

Hatta gazetede yayımlanan çalışmada Yunanların zamanı gelince MEGALİ İDEA kapsamında İstanbul’da yeni ve daha büyük kiliseler, ruhban okulları yapılabileceğinin ve Sn. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bile Patrikliğin, İkinci Roma’nın, 300 milyon Ortodoks'un yuvasının varlığını reddedemediğini ifade etmişler. Sizce bu anlayışla istikşafi görüşme gerçekleştirilebilir mi? Sizce bu anlayışa sahip bir zihniyetle tokalaşılabilir mi? Ben her zaman söylüyorum. Parmaklar gitmesin diye. Bunlara elini veren kolunu kaptırır.

Bununla da yetinmemişler bir de üzerine tehdit ediyorlar. Ola ki bir savaş durumu olursa Türklerin Ege Adaları’na saldırması durumunda Gökçeada ve Bozcaada’ya karşı saldırı düzenlenip Çanakkale Boğazı’nın bloke edilmesinden, Türkler Batı Trakya’ya falan saldırırsa Trakya’nın geri kalanına karşı saldırı düzenlenip İstanbul’a kadar ilerlenmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Açıkça itiraf ediyorlar, Türkler Kıbrıs’a saldırırsa Türkleri adadan kovmak için karşı saldırı yapılacakmış. ENOSİSCİ ve EOAKACI zihniyet aynen devam. KKTC bizim yavru vatanımızdır. Kimse bizim soydaşlarımızı öz yurdundan kovamaz.

Aslında çok açık Yunan halkının kalbinde hâlâ MEGALİ İDEA var. Zaten bu makale de bu itiraf ile bitiyor. Tekrar ifade ediyorum. Her şey açıkça ortada aslında. Yunanistan Ve GKRY MEGALİ İDEA hedefine uygun şekilde diplomasi yürütüyorlar. Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amaçları. Bunu da bakan ve başbakanları KIBRIS HELLENİZMİ hedefimizdir diye daha yeni söylediler. Bu ne demektir Kıbrıs’ın Yunanlaştırılması!!! Bunlarla neyi müzakere edeceğiz? Bunların çözüm dediği Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ve Ada’nın Türksüzleştirilmesidir. Adalar Deniz’in de Adaların silahlandırılması ve askerileştirilmesi de aynı amaca, yani MEGALİ İdea’ya matuftur, yani Batı Anadolu’nun işgali. Uygum zamanda, Türkiye’nin zayıf durumunu kolluyorlar. 15 Temmuz başarılı olsa ya da Türkiye’de karışıklık çıksaydı olacak buydu. Bugünler de KKTC’de iç karışıklık çıkartma heveslileri var. Hatta GKRY Başkanı ANASTASİADİS açıkça KKTC’deki Türklere isyan edin çağrısı yaptı. Türkiye’nin tepkisi bu çağrıya diplomatik yoldan çok sert olmalı ve başta BM nezdinde ciddi gündem yapılmalıdır. Bir söylem ile geçiştirilecek bir konu değildir.

Niyetleri tehlikeli ve ciddidir. Uyanık olmak ve tedbir almak şarttır.